Sultanahmet Parkı
Bu parkın ana bölümü eskiden At Meydanı denilen yerdir. Sultan Ahmet Camii’nin önünde uzun bir alanı kaplar. Alman Çeşmesi, Dikilitaş, Burma Sütun, Örme Sütun bu bölüm içindedir. Esas Sultan Ahmet Parkı burasıdır. Bizanslılar zamanında burada savaş arabaları ve atlar yarıştırılır, oyunlar oynanırdı. Ayasofya Cami ile Sultan Ahmet Cami’nin arasındaki alan Cumhuriyet Devrinde park haline getirildi, bir de yuvarlak büyük bir havuz yapıldı. Ayasofya Hamamı ve Birinci Sultan Ahmet Türbesi bu bölüm içinde kalır. Ayasofya Camii yanında bulunan eskî adliye binası 1933’te yanmıştı. Burası sonradan düzenlenerek yeşil alan ve park haline getirildi. Yine Cumhuriyet Devrinde, bugünkü Adliye Sarayı ile Firuz Ağa Camii ve Divanyolu Caddesi arasındaki alan açılarak park haline getirildi. Böylece Sultanahmet Parkı dört bölümden oluşmaktadır:
1 – At Meydanı (Sultanahmet Parkı)
2- Ayasofya Parkı
3- Eski Adliye Parkı
4 -Adliye Sarayı Parkı
Sultanahmet Camii
Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olan Sultan Ahmet Camii orijinal olarak 6 minare ile inşa edilen tek camidir. Bulunduğu yer tarihi İstanbul şehrinin daha erken yapılmış diğer önemli eserleri ile çevrilidir. İstanbul şehrinin manzarasında caminin silueti yer alır. Şöhreti “Mavi Camii” olarak bilineneserin asıl adı I. Sultan Ahmet Camii’dir. Caminin mimarı Mimar Mehmet Ağa Cami içerisini de kuyumcu titizliği ile dekore etmiştir. 1609-1616 yılları arasında inşa edilen cami büyük bir kompleksin içerisinde bulunurdu. Bunlar bir kısmı zamanımıza gelemeyen sosyal ve kültürel içerikli yapılardı. Kapalı Çarşı, Türk Hamamı, aşevi, hastane, okullar, kervansaray ve Sultan Ahmet’in türbesi belli başlı kısımlardı. Caminin mimarı klasik Türk sanatının ulu mimarı olan Koca Sinan’ın öğrencisiydi ve caminin yapımında hocasının daha önce denediği bir planı, daha büyük ölçüde uygulamıştı. Sultan Ahmet Camiinin esas girişi Roma devrinden kalan hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekân yüksek bir podyum üzerindedir. İçeriye açılan 3 kapıdan girildiğinde dış görünüşü tamamlayan boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleri ile karşılaşılır. İç mekân büyük bir bütündür; ana ve yan kubbeler geniş sivri kemerlerin dayandığı 4 iri sütun üzerinde yükselir. Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, sayıları 20.000’i aşan şahane İznik çinileri ile süslüdür. Bunların yukarısı ve bütün kubbe içleri ise boya işidir. Boya süslemelere hakim olan renk mavi değildi. Camiye isim olan mavi renk sonraki tamirlerde boyanmıştır. Ana giriş karşısında yer alan mihrap yanında, şahane oyma işçiliği olan mermer minber yer alır. Diğer tarafta ise Sultanların locası balkon şeklinde görülür. 260 pencerenin aydınlattığı iç mekânı örten kubbe 23,5 m. çapında ve 43 metre yüksekliğindedir. Yakın yıllarda tamir edilerek yeniden inşa edilen camii çarşısı, eserin doğusunda yer alır. Sultan Ahmet’in tek kubbeli türbesi ve medrese binası kuzeyde, Ayasofya tarafındadır. Yaz aylarında buradaki parkta geceleri ses ve ışık gösterileri yapılır. Minareler klasik Türk üslubunun bir diğer örneğidir. Spiral merdivenlerle şerefelere ulaşılır. Kubbeler ve minarelerin üstleri kurşunla kaplıdır, bunların uçlarındaki alemler ise altın kaplamalı bakırdan yapılmışlardır.
Ayasofya Müzesi
Sultanahmet Meydanı, Eminönü Tel : (0212) 522 17 50-522 09 89 Pazartesi hariç her gün 09.20-16.30
Mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden ilk ve son eşsiz bir uygulama olarak görülen Ayasofya; camilere fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünüdür. Bu eser dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır.
Ayasofya 916 yıl kilise, 481 yıl cami olmuş, 1935’ten bu yana müze olarak tarihi işlevini sürdürmektedir.
Bizans tarihçileri ilk Ayasofya’nın İmparator I. Konstantinos (324-337) zamanında yapıldığını ileri sürmüşlerdir. Bazilika planlı, ahşap çatılı bu yapı, bir ayaklanma sonunda yanmıştır. Bu yapıdan hiçbir kalıntı günümüze gelmemiştir.
İmparator II. Theodosius, Ayasofya’yı ikinci defa yaptırmış ve 415’te ibadete açmıştır. Yine bazilika planlı bu yapı 532’de Nika ihtilali sırasında yanmıştır. 1936 yılında yapılan kazılarda bununla ilgili bazı kalıntılar ortaya çıkmıştır. Bunlar mabede girişi gösteren basamaklar, sütunlar, başlıklar, çeşitli mimari parçalardır.
İmparator Iustinianus (527-565) ilk iki Ayasofya’dan daha büyük bir kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletos’lu İsidoros ve Tralles’li Anthemios’a günümüze ulaşan Ayasofya’yı yaptırmıştır. Anadolu’nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofya’da kullanılmak üzere İstanbul’a getirilmiştir.
1- Ayasofya Deis mozayiğindeki Hz. İsa figürü 2- Ayasofya içinden bir görünüm
Ayasofya’nın yapımına 23 Aralık 532’de başlanmış, 27 Aralık 537’de tamamlanmıştır. Mimari yönden incelendiğinde büyük bir orta mekân, iki yan mekân (nef), absis, iç ve dış nartekslerden meydana gelmiştir. İç mekân, 100 x 70 m. ölçüsünde olup, üzeri dört büyük ayağın taşıdığı 55 m. yüksekliğinde, 30.31 m. çapında kubbe ile örtülmüştür.
Ayasofya’nın mimarisinin yanı sıra mozaikleri de büyük önem taşımaktadır. En eski mozaikler iç narteks ve yan neflerde altın yaldızlı geometrik ve bitkisel motifli olan mozaiklerdir. Figürlü mozaikler IX.-XII. yüzyıllarda yapılmıştır. Bunlar İmparator kapısı üzerinde, absiste, çıkış kapısı üzerinde ve üst kat galeride görülmektedir.
Ayasofya İstanbul’un fethi ile birlikte başlayan Türk döneminde çeşitli onarımlar görmüştür. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örneklerini içerir. Bunlardan kubbedeki ünlü Türk Hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin Kuran’dan alınma bir suresi ile 7.50 m. çapındaki yuvarlak levhalar en ilgi çekici olanıdır. Bu levhalarda, Allah, Muhammed, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Ebu Bekir, Hüseyin’in isimleri yazılıdır. Mihrabın yan duvarlarında ise Osmanlı padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar vardır. Sultan türbeleri, Sultan I. Mahmut’un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid’in hünkar mahfeli, muvakkithanesi, Ayasofya’daki Türk çağı örnekleri olup türbeler, iç donanımı, çinileri ve mimarisiyle klasik Osmanlı türbe geleneğinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır.
Dünyanın en büyük mimari eserleri arasında kabul edilen ve kubbesinin yüksekliği 56 metreyi bulan Ayasofya’nın dış görüntüsü de İstanbul siluetine damgasını vuruyor.
Binbirdirek Sarnıcı
İstanbul’un ikinci büyük su haznesi olan Binbirdirek Sarnıcı 4. yüzyılda yapılmıştır. Senatör Filoksenus (Philoxenus) Sarayı’nı, Hipodrom’un komşusu olarak yaptırmış ve sarayın su ihtiyacını karşılamak üzere de bu sarnıcı inşa ettirmiştir.
Türk dönemi başladığında bu sarnıçta su bulunmadığı tahmin edilmektedir.16. yüzyılda İstanbul’a gelen Alman seyyah R. Lubenau, sarnıçta ipek ipliği işleyenlerin çalıştıklarını bildirir. Halbuki 18. yüzyılda burada su olduğunu yazanlar da vardır. Osmanlı dönemi içinde Binbirdirek su haznesi üstünde bazı büyük konakların inşa edildikleri bilinir. Bu yapılar yangın sonrasında yok olunca üstündeki meydanda kurulan semt pazarının deposu olarak bir süre hizmet vermiştir. Binbirdirek Sarnıcı’nın içinde uzun süredir su bulunmadığından 19, yüzyılda ip bükenler tarafından atölye olarak kullanılıyordu. Tonozlardan bazıları delinerek, içeriye ışık ve hava girmesini sağlayan menfezler açılmıştır. Binbirdirek Sarnıcı, etrafı kalın bir duvarla sınırlandırılmış 64, 56, 40 m ölçüsünde büyük bir haznedir. İçinde 224 sütun bulunur. Her biri 14 sütunlu 16 sıra halindeki birbirinden 3,75 m aralıklı olan bu destekler kemerler ile bağlanmış olup, çapraz tonozları taşırlar. Sütunlar üst üste bindirilmiş iki gövdeden meydana gelmiş olup, bunların aralarına dışa taşkın birer bilezik yapılmıştır. Sütun gövdelerinin üstlerinde ise üzerlerinde hiçbir işleme bulunmayan piramit biçiminde (impost) başlıklar vardır. Böylece sütunlar ve başlıklar devşirme malzeme olmayıp burası için yapılmıştır. Başlıkların üstünde kemerler karşılıklı olarak ağaç gergilerle bağlanmıştır. Bugün bunların yalnız yuvarlak delikleri görülür. Sarnıcın Türk dönemindeki adı çokluk anlamındaki “binbir” teriminden gelmiş olabileceği gibi bazılarına göre sütun gövdelerinin üst üste bindirilmiş oluşundan dolayı “binbir” teriminden de geldiği ileri sürülür. Sütunların alt kısımları 5 metreye yakın toprağa gömülmüştür. Aslında desteklerin tam yüksekliği 12,50 metreyi bulmaktadır. Sarnıcın bugünkü girişinin sol tarafındaki köşesinde tonozlar yıkıldığından buradaki 18 göz doldurulmuştur. Sütun gövdelerinde sarnıcın yapımında çalışan ve sütunları işleyen taşçıların Grekçe işaretleri olduğu bilinir.
Yerebatan Sarnıcı
Şehirdeki en büyük ve muhteşem kapalı sarnıçtır. Ayasofya meydanı batısındaki küçük binadan girilir. Sütun ormanı görünümündeki mekanın tavanı tuğla örülü, çapraz tonozludur. Zamanında civardaki bir bazilikadan dolayı bu isimle anılmıştır. Civardaki saraylara su sağlamak için I Justinyen (527-565) devrinde yapılmıştı. 28 x 12 sıralı sütunların toplamı 336 adet olup, 170 x 70 metre boyutlarındadır. Bazıları sade, çoğu Korint uslubunda sütun başlıkları ile süslüdür. Su seviyesi mevsimlere göre değişirdi. Doğu duvarındaki değişik seviyerdeki borular ile dışarıya su verilirdi. Su seviyelerinin bıraktığı izler, sutunlarda görülebilir. 1984 büyük tamirat sırasında zemin temizliği yapılmış, 1 metreden fazla çamur temizlendiğinde orijinal tuğla taban ve 2 sütun altında meduza kafası mermer bloklar ortaya çıkarılmıştı. İnşa edilen yol ile de sarnıç içini dolaşmak mümkün olmuştur.
Theodosius Obeliski
İki Obelisk M.Ö. 1490’lı yıllarda Mısır Firavunu III. Tutmosis tarafından, ordularının Mezopotamya’da kazandıkları zaferlerin şerefine Luksor’da, Karnak mabedinin önüne dikilmişti. Obeliskler ender kalitede pembe granitten yapılmıştı. 4.yy.’da kesin bilinemeyen bir Roma İmparatoru halkı heyecan ve takdir hisleri içinde bırakarak tonlarca ağırlığındaki bir obeliski İstanbul’a getirtti. Yıllarca hipodromun bir köşesinde bırakılan obelisk I. Theodosius zamanında 390 yılında, şehrin idarecilerinden Proclus tarafından büyük zorluklarla dikildi. Her devirde “tılsımlı” bir abide sayılan eser İstanbul’daki en eski tarihi abidedir. Obelisk, rölyeflerle süslü Roma devri kaidesinin üzerindeki 4 bronz blok üzerine eski tarihi abidedir.
Örme Obeliski
Kaba yontulmuş taşlarla örülü, taklit Obelisk hipodromun güneyinde yer alır. Kati yapıldığı tarih bilinmez. 10. yy.da eseri tamir eden İmparator Konstantin Porfiregenetus adı ile anılır. Bir zamanlar üzerini kaplayan, altın harflerle süslü Bronz plakalar 4, Haçlılar tarafından soyulmuştur.
1- Yılanlı Sütun 2- Theodosius Obeliski 3- Örme Obeliski
Yılanlı Sütun
İstanbul’un en eski eserlerinden birisidir. Birbirine dolanmış 3 yılanın kafaları altın bir kazanın 3 ayağı biçimini alıyordu. M.Ö. 5.yy’da Persleri yenen 31 Yunan şehri elde ettikleri bronz ganimetleri eriterek bu eşsiz kalitedeki eseri yaptırdı. 8 m. boyundaki Yılanlı Sütun aslında Delfi’deki Apollo mabedine dikilmişti. İmparator Konstantin tarafından 324 yılında getirtilerek, Hipodromun ortasına diktirilmiştir. 17.yy’da kaybolan yılan kafalarının bir parçası İstanbul Arkeoloji müzesinde sergilenmektedir.
Alman Çeşmesi
Hipodromun girişindeki oktagonal, kubbeli çeşme Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Sultana ve İstanbul’a hediyesidir. Almanya’da yapılıp 1898’de İstanbul’daki yerine monte edilmiştir. Neo-Bizanten üslubunda inşa edilen çeşme, içerden altın mozaikle süslüdür.
Milion Taşı
Avrupa’ya giden yolun sıfır noktası. Milion Taşı, Bizans döneminde dünyanın merkezi kabul ediliyordu. Kent dünyanın merkezi, bu nokta da merkezin merkeziydi. Adını uzunluk ölçüsü ‘mil’den alıyor. Şimdi gördüğümüz sütun, ilk anıtın küçük bir parçasıdır.
1- II. Mahmut Çeşmesi 2- İstanbul’un kuruluş öyküsünü anlatan mozayik 3- Milyon Taşı
Haseki Hürrem Hamamı
Hamamlar, Osmanlı mimarisinde önemli yer tutar. Ayasofya ile Sultanahmet Camii’nin arasında bulunan Haseki Hürrem Hamamı, Kanuni Sultan Süleyman’ın sevgilisi, Rus ya da Ukrayna asıllı Hürrem Sultan tarafından ısmarlanmış ve Mimar Sinan tarafından İstanbul’daki en büyük hamam olarak inşa edilmiştir.
Uzun dikdörtgen planlı hamamın iki karşıt ucunda erkek ve kadınların kullanacağı, farklı girişler vardır. “Çifte hamam” denilen bu hamam tipinde, İslam ahlakına uyularak, erkeklerle kadınlar birbirine hiç rastlamaması sağlanmıştır.
1980’de restore edilen Haseki Hürrem Hamamı, İstanbul Festivali’nin sergi mekanlarından biri olarak açıldı. Günümüzde halı teşhirinin yapıldığı hamamda, aynı zamanda da halıların satışları gerçekleştiriliyor.
1- Alman Çeşmesi 2- Hürrem Sultan Hamamı 3- Hürrem Sultan
Hürrem Sultan (1506-1558)
Kanuni Sultan Süleyman’ın eşidir. Aslen Rus olan Hürrem Sultan’ın asıl adı Roxelanne’dır. Güzelliği nedeniyle küçük yaşta Kırım hanı tarafından Osmanlı sarayına sunulan Hürrem Sultan, dişiliği, zekası ve becerisi ile padişahın dikkatini çekmeyi bildi. Kanuni’nin aşırı güven ve sevgisini kazanarak çeşitli entrikalar uygulayarak 16.yy Osmanlı tarihini olumsuz yönde etkiledi. Önce Kanuni’nin ilk eşi Gülbahar Hatun’u, ardından onun oğlu kırk yaşındaki veliaht Mustafa’yı boğdurttu.
Devlet yönetimine de hakim olan Hürrem Sultan, oğullarının tahta çıkışını göremeden elli iki yaşındayken öldü.
Sokollu Mehmet Paşa Camii
İçerisinde Müslüman alemi içinde paha biçilmez değerleri barındıran cami 1571 yılında Mimar Sinan tarafından, Osmanlı sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın eşi, 2. Selim’in kızı Esmihan Sultana ithafen yapılmıştır. Caminin içerisi İznik çinileri ile süslenmiştir. Külliye şeklinde inşa edilen yapının çevresi birçok dini ek ünite ile çevrilidir. Cami avlusunun etrafı medreselerle örülüdür, yapılar bugün kuran kursu olarak kullanılmaktadır. Caminin ön kısmında tekke bölümü yer alır ayrıca karşısında Özbek Mevlevihane’si bulunmaktadır. Caminin arka bahçesi ise Osmanlı mezarlığı olarak kullanılmıştır, bugün arkeolojik değer taşıyan mezarlık alanı koruma altındadır. 700 kişi kapasiteli cami yapıldığı günden beri hiçbir doğal afet, yangın vb. olayla zarar görmeden her dönem ibadete açık biçimde günümüze gelmeyi başarmıştır. Külliye içerisindeki medresede yer alan paha biçilmez İznik çinileri de benzersiz özelliklere sahip. Yapı içerisindeki çiniler diğer hiç bir camide görülmeyen biçimde, mimber külahının üzerinde, mihraptan tavana kadar olan bölümde, pencere alınlıklarında ve kubbeyi tutan altıgen desteğin üçgen pandantifleri üzerinde kullanılmış.
HACERÜ’L ESVED’İN TAŞLARIYLA ÖRÜLÜ
Caminin içerisinde dört ayrı noktada Mekke’de yer alan ‘Hacerü’l Esved’den’ getirilmiş taşlar caminin giriş kapısının üzerine, mihrabın üst orta kısmına, minberin giriş kapısının üzerine ve minber kubbesinin altına yerleştirilmiştir. Dünyada Hacerü’l Esved’in parçalarının Mekke dışında bulunduğu tek yer burası ve Süleymaniye Camii’ndeki Kanuni Sultan Süleyman Han’ın türbesidir. Altın çerçeve ile duvara gömülü biçimde yer alan ortalama 10 santimetre kare büyüklüğündeki siyah taşların dördü de günümüze çok iyi biçimde korunarak gelmişlerdir.
Aya Efemia Türbe Binası
Terzilerin azizesi olarak bilinen Azize Efemia’nın bir kemiklerinin konulduğu Sultanahmet Parkı’nda bulunan bina (Aya Euphemia Martriyonu) dıştan köşeli içten yuvarlak bir yapı gösterir. Efemia’nın ölümünü anlatan 13. ve 14. yüzyıl freskoları günümüzde Adliye Sarayı’nın bahçesindedir.
1- Aya Efemia Türbe Binası kalıntıları 2- Acemağa Lala Hayrettin Camii (Chalcoprateia Kilisesi)
Acemağa- Lala Hayrettin Camii
İstanbul’un en eski kiliselerinden biri olan eser (Khalkopetria Kilisesi) erken devir Hellenistik bir bazilikadır. M.S. 454’de yapılan kilisede Meryem’e ait kemer ve kumaş parçasının olduğuna inanılır. Daha sonra camiye çevrilerek iki isimle de anılmaya başlanmıştır.
Cumhuriyet Eğitim Müzesi
Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi, Tarihi Kılıçhane Binası, Sultanahmet
Tel : (0212) 516 06 88 Pazar hariç her gün 10.00-17.30
Osmanlı İmparatorluğu’nun kılıç imalatının yapıldığı ve kılıç yapımının öğretildiği okuldur.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in vezirlerinden Gedik Ahmet Paşa`nın girişimi ile 1454’te bir kılıç imalathanesi kurulmuştur. I. Mahmut döneminde (1730-1754) Sadrazam Yeğen Mehmet Paşa binayı dikimhane haline getirmiştir. Kılıçhane III. Selim döneminde (1789-1807) yeniden canlandırılarak 1868 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Mithat Paşa’nın girişimiyle 1868 yılında Kılıçhane binası ve çevresinde bulunan ek binalarda Sanayi Mektebi açılmasıyla Kılıçhane kapanmıştır.
Müzede Atatürk`ün Türk harflerini ilk kez yazdığı karatahta, Cumhuriyet öncesiyle ilgili resimler, okul künye defterleri, çeşitli dönemlere ait diplomalar, karne ve sicil defterleri, öğretmen okulu diplomaları, okullarla ilgili belgeler, gazete kupürleri, madalyalar ve eğitim araçları yer alır.