Dünya başkenti İstanbul…

İstanbul öncelikle  coğrafi konumu ve insan yaşamı için ideal olanaklar sunan iklimiyle dikkati çeker. Kuzey kıyısında yer alan Haliç’in korunaklı doğal bir liman olması, İstanbul’un tarih boyunca dünyanın önemli ticaret merkezlerinden biri olmasında etkili olmuştur. Çünkü uzakdoğudan gelip Anadolu’ya ulaşan, ipek yolu olarak anılan ticaret yolu Avrupa’ya İstanbul üzerinden bağlanır. İstanbul’un yer aldığı boğaz bölgesine ilk kez Mikenler (M.Ö.1400), daha sonra Frig’ler ve Kadıköy’e yerleşen Yunan kavmi Chalkedon’lar hakim oldu. M.Ö. 800. yüzyıldan beri bu bölgede yaşayan Megaralılar, lider Byzas’a dayandırılan ilk koloni şehir yerleşimini bugünkü Sarayburnu’nda oluşturdular. Çeşitli kavimlerin boyunduruğuna giren Megaralılar M.Ö. 64 yılında Bizantion adıyla Roma İmpararatorluğuna bağlandılar. İmparator Septimius Severus M.S. 189 yılında önce yerle bir ettiği şehirde, karakteristik özellik verecek olan colesseum, arena yapımına başladı, ancak tamamlayamadı. Hipodrom, Osmanlıların deyimiyle At Meydanı böylece ortaya çıktı. M.S. 4. yüzyılın ortalarında İmparator Konstantin adeta şehri yeniden yaratırken Hipodromu tamamladı. Saray bölgesi, konut ve garnizon bölgeleri son şeklini aldı. Bu dönemde şehre resmi olarak “Yeni Roma” ismi verilmesine rağmen Konstantinopolis kullanıldı. Şehrin bu düzeni Osmanlı döneminde de aşağı yukarı aynı kaldı.

1- İstanbul’un temelini anlatan Mozaik 2- Buondelmonti’nin haritasının bir kopyası 1422’de olduğu gibi şehri gösteriyor. 3- İstanbul’u 1453 yılında fetheden Osmanlı Padişahı

Sultan Mehmet II.

İlk surlar Eminönü bölgesini çevrelerken şehrin büyümesi üzerine 5. yüzyılda İmparator Theodosius zamanında daha batıya genişleyerek bugünkü durumunu aldı. Sarayburnu bölgesinde İmparatorluk sarayı ve yönetim merkezleri yer alırken devleti yöneten üst rütbeli kimseler de saraya yakın bölgelere yerleştiler. Askeri garnizonlar şehrin daha batısında yer alırkan Haliçin Sarayburnu’ndan Unkapanı’na kadar olan bölümü liman bölgesi oldu. Yönetim bölgesinden içlere uzanan çarşılar olan “forum”lar ve Messe olarak  adlandırılan yol da bu dönemde ortaya çıktı. Osmanlılar da aynı geleneği sürdürerek bu yola Divanyolu adını verdiler.  Bir dünya mirası tarihi eser olan Ayasofya’yı II.Constantius 360 yılında açılışını yaptı. Bu yapı 404 yılında çıkan bir isyan sonucunda yıkıldı. II.Theodosius Ayasofya’yı yeniden yaptırarak 415’te açtı. Ancak bu yapı da 532’deki Nika isyanında yıkıldı. İmparator Justinianus tarafından üçüncü ve son kez 537 yılında açılışı yapılan Ayasofya 1934 yılında müze oldu.

1- Fetihten sonra İslami bir karaktere bürünen İstanbul silüetinin bir parçası da Süleymaniye Camii. 2- Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde İmparatorluk yaşamı, Sultanahmet meydanındaki törenlere tüm detaylarıyla yansıdı

İstanbul, Haçlı seferleri döneminde 1204 yılında Latin istilasına uğrayarak büyük bir tahribat yaşadı ve bazı eserler yurt dışına kaçırıldı. 1453 yılında Osmanlılar tarafından feth edilen İstanbul, Ortaçağ boyunca en kalabalık nüfuslu metropol olma özelliğini sürdürdü. İstanbul M.S. 4. yüzyıldan 18. yüzyıl sonuna kadar bir dünya başkenti olarak anılmıştır.

KIZKULESİ

Tarihi M.Ö. 4. yüzyıla kadar uzanan Kızkulesi İstanbul siluetinin önemli bir parçasını oluşturur. Boğazın girişindeki küçük kaya parçasının aydınlatılması ulaşım yönünden zorunlu olunca buraya bir kule ve fener yapılmış. Başka amaçlarla kullanılsa da kule asıl olarak her zaman deniz feneri işlevi görmüştür. Kızının yılan sokmasından öleceği söylenen imparatorun korkuyla kızını bu kuleye kapatması ve prensin yolladığı meyve sepetindeki yılanın sokmasıyla prensesin ölümü bu kule hakkındaki efsanelerden en yaygın olanıdır. Deniz ortasındaki bu kayalık, o zamandan beri insanların hayal gücünü çalıştırmaktadır.

1- 16. yüzyılın sonlarına doğru hipodrom ve çevresinin görünümü. (O. Panvinio’ya göre, De ludis circensibus, Venedik, 1600)  2- Kızkulesi